bugün

entry'ler (398)

experimental

felsebiyat dergisi'nin mayıs sayısını renklendiren çiçeği burnunda kitap yazarı.

http://www.felsebiyatdergisi.com

(bkz: neden evlenmedim)

neden evlenmedim

merakla beklediğim experimental imzası taşıyan kitap.

"neden evlenmedin" diye sorup duran annesine, meraklı komşu teyzelerine, eşine dostuna cevap niteliğinde...

25 nisan gelse de kütüphanelerimiz şenlense.

experimental

neden evlenmedim isimli kitabı 25 nisan'da basılacak sözlük yazarı.

bu adam hep güzel işler yaptı. sözlüğe harika entryler girdi (migros'ta ağlamak, havalimanında ağlamak ve diğerleri), söykü isimli oluşumun kurucusu oldu, şu an aktif olmasa da zamanında ciddi anlamda güzel işler yapıldı söykü'de. yazılarını bir blog adresinde derledi, pek çok insana ulaştı. herkesin akıllı telefonlara mahkum olduğu, önüne gelenin kendini yazar zannettiği, saçma sapan popüler kültür zırvalarının sanat eseri addedildiği bu dönemde kaliteli yazmaya devam etti.

kendini çağa uydurarak kaliteli yazdı. bakın bu önemli.

yazın dünyasının böyle insanlara ihtiyacı var. yetenekli ve yeteneğini dinamize edebilen.

pırıl pırıl kaleminle, zekanla, yeteneğinle iyi ki varsın...

yolun açık olsun experimental. her zaman yanındayım...

weight gainer ın zararları

düzenli bir antrenman geçmişiniz varsa, antrenman sıklığınız yeterli ise, beslenmeniz kilo alımınıza destek verecek şekilde ise, herhangi bir kronik rahatsızlığınız yoksa ve azıcık paraya kıyıp seviyenize uygun kaliteli bir ürün tercih ederseniz hiçbir zararı olmaz efendim.

fakat unutulmamalıdır ki takviye gıdalar her zaman tartışma konusu olacaktır. dediğim gibi kaliteli ürünler, her zaman tercih sebebi olmalıdır. diyetisyeninize danışmanız tavsiye edilmektedir.

edirne tekirdağ kırklareli üçgeni

bu ülkeye iki beden fazla gelen şehirlerden oluşan üçgen.

çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin

bilinç altına işleyen bir itilip kakılmışlığın cümlelere dökülen hali. adam kendinde sedyeye ayaklarını uzatma hakkı görmüyor, canını zor kurtarmışken.

sırf bu güzel adamların hatrına güçlü durmak zamanı şimdi. ilahi adaleti değil, bizzat adaletin en gerçeğini aramanın vakti. en katı adaleti.

k maro

buğulu sesli lübnanlı rapçi. fransızcanın en çok yakıştığı insanlardan.

kelly rowland

kesinlikle eski grup arkadaşı ve daimi kankisi beyonce'den daha çirkin bir fiziğe, yüze ve sese sahip değildir. fakat arada öyle bir nüans vardır ki, birini star yapar, ötekini sade ve sadece vokal.

not: nüans dediysek göt.

sözlük yazarlarının tavsiyeleri

şayet eşek kadar olmanıza rağmen ananızdan babanızdan gizli evde sigara içiyorsanız sakın ha izmaritini klozete atmayın. bin defa da sifonu çekseniz gitmiyor amk evladı. bir damla suyu muhafaza etmemiz gereken şu günlerde feci israf. ağzıma sıçayım.

sözlükteki kan aranıyor duyuruları

kalp ameliyati sonrasi akcigerleri iflas eden arkadasimin babasi icin a rh+ taze kana ihtiyac vardir. kartal kosuyolu kalp hastanesi. irt: 0532 166 37 02

hayat felsefesi yapılacak en güzel söz

(bkz: sekreterini siken çayını kendi koyar)

oğlum gece gece ne iğrenç bir insan olduğumu farkettim lan. doğru ama... vallaha doğru... hayatın acı gerçeklerine istinaden... kulağa küpe olunası... neyse fazla şeyapmiim ben.

uğur geylani ışılak

şarkıcı. küçükken bir düğüne gittiydim anamgillerle, orada sahneye çıkmıştı. türkü neyin söylüyordu, tarzım değil, sahnede çocuklarla koşturmaya devam ettiydim.

sol framede görünce otel odasında ölü bulundu sandım.

can t remember to forget you

kötü sözler, kötü müzik, harika kalçalar.

(bkz: göte doyduk kardeş)

dirty pretty things

gerçek ismi dirty pretty little things olan audrey tautou'nun tam bir türk görünümüne sahip olduğu film. hakkaten tam bir şenaydı.

oryantalist kasacaklar deyu kızcağıza mevlevi dansı yaptırmasalardı, daha iyi olacaktı. bu ne yav hangi yörenin ola ki bu dedim bir beş dakika. aman allah evlerden ırak.

genel anlamda avrupa ülkelerinde göçmenlere bakış açısına fena değinmemiştir. düşük beklentiyle izlendiğinde gayet tatmin olunur.

kondenser

sol framede gorunce aglatmis basliktir. akiskan yogusmalarini hesaba katip enerji denkligi hesaplarinda,muhendislik bolumleri ogrencileri tarafindan sık sık anılır.

ankara ya gri şehir diyen dümbelek

yüzde yüz haklı olan dümbelektir.

hakan şükür ün akp den istifa etmesi

(bkz: emir büyük yerden)

zehra çilingiroğlu

1998 doğumlu olmasına rağmen, isminin başlığı altında saçma sapan, sanki mevzu bahis 15 yaşında bir kız değil de kocaman bir kadınmış gibi bel altı muhabbetlerin döndüğü çocuk. minicik çocuk. sözlük yazarlarının hedefi haline gelmiş ne hikmetse. yazık günah millet. n'olur kendinize zehra cilingiroglu'ndan daha büyük, en azından reşit takıntılar edinin. komik oluyorsunuz.

ferzan ile harun

insanın içini burkan öykünün, nihayete eremeyen kahramanları. okuduğumda hayret ettim, kaçar defa okudum onu da bilmiyorum ya zaten. uzun zamandır böyle bir hissiyata kapılmamıştım.

olan harun'a oldu evet, ferzan'ın da psikolojisini unutmamak gerek. anne ve ablaya değinmek bile istemiyorum zira içim almıyor onların tavırlarını. abla, dakika başı profil resmi yeniliyor, anne apayrı vaka... üzülmemişler diyebilirim, böyle bir şey nasıl mümkün olabilir bilemiyorum ama üzülmemişler. o çocuğun ölümü etkilememiş onları. yazık...

umuyorum ki ferzan, göründüğü gibi güçlü bir kızdır ve aklına, fikrine, psikolojisine mukayyet olabilir. acısını sırtlayıp yoluna devam edebilir. hayatının sınavını veriyor. allah yardımcısı olsun. her şey geride kalır, acılar küllenir, giden geri gelmez. yapabileceği tek şey dua etmek artık. bilsin ki binlerce insan yanında...

haruncuğun da mekanı cennet olsun.

enkaza karışan hayaller

insanları ötelemeyi, ötekileştirmeyi, kategorize etmeyi sevmem fakat ne yazık ki tüm bunları yapmadan onu nasıl tasvirleyebilirim, bilmiyorum.

karakteristik özelliklerimizi söylenildiği gibi yaradılışımız ve yaşadığımız çevre belirliyorsa eğer, onun neden böyle olduğunu anlamak hiç de güç değildi. ailesi ve çevresindeki insanlar ona kendilerinden birer parça bıraktıklarından o da onlar gibi paraya ve güce tapan, maddeye çok önem veren, düz, dümdüz bir kız olmuştu ve ben, olayların nasıl geliştiğini bile anlayamadan onu hayatıma sokuvermiştim.

bir gece kulübünde, ortak arkadaşlar vasıtasıyla tanıştırıldık. internetteki kişisel hesaplardan ekleştik. birkaç romantik buluşmadan sonra evime oldukça sık gidip gelmeye başladı. ilişkimizin bir adı yoktu. "fuckbuddy" kavramını her zaman itici buldum ama sanırım tam olarak öyleydik.

zamanla aramızda daha farklı, daha duygusal demeyeceğim ama içinde daha az seks ve daha fazla sohbetin olduğu, "fuck" ve "buddy" oranlamasında buddyliğin ağır bastığı bir bağ oluştu.

ilk defa "sanırım senden hoşlanmaya başladım," dediğinde kendinden gayet emin görünüyordu. kartları her zaman açıktı. gizemli halleri yoktu. benden cevap beklemiyordu ama içten içe bir karşılık beklediğinden emindim. içkiyi fazla kaçırdığımız bir gece "galiba benimle evlenmeyeceksin, değil mi?" dedikten sonra kahkahayı patlatması bunu açıklıyordu zira. hayır onunla evlenmeyi düşünmüyordum ama birlikte iyi vakit geçirdiğim ve belki de hoşlanmaya başlayacağım biriyle bağlarımı koparmama o an için hiç gerek yoktu. ikimizde otuz yaş üstü insanlardık ve toplum normları denen zımbırtı yüzünden o bir kadın olarak daha endişeliydi kendi geleceğinden. belki de bırakmalıyım onu, kendi yoluna gitmeli diye düşündüğüm çok oluyordu. gel gör ki tavırları "kasma kendini" der gibiydi. kasmıyordum ben de.

bilgi sahibi olmadığı konularda da fikir sahibi oluyordu, gösteriş meraklısıydı, sahip olduğu ne varsa insanların gözüne gözüne sokmaya bayılırdı. ortalık yerde en ufak bir espiriye bile kahkaha atmaktan geri durmazdı. aşırıydı, abartılıydı ama hayatımın içindeydi artık.

bazı artı yönleri de yok değildi tabi. nerede ne yenilir, içilir ondan sorulurdu. yormuyordu, uğraştırmıyordu, başımı ağrıtmıyordu. ılımlıydı. bir de çok güzel masaj yapıyordu.

aşk değildi aramızdaki emindim ama anlaşıyorduk işte. bir başkasına gerek duymuyordum onunlayken. aşk zaten kısa ömürlüydü, bir ilişkinin temelini kısa ömürlü bir şeye güvenerek atmaktansa belki de iyi anlaşabilmek, güzel ve kaliteli zaman geçirmek gibi kıstasları da göz önünde bulundurmalıydım. hem aşk dediğin, karşındakinin senin ağzına sıçması sonucu kendiliğinden gelişen bir duygu durumu değil miydi? kimbilir, belki bir gün o da benim ağzıma sıçmaya başlardı ve ben de aşık oluverirdim!

bir akşamüzeri, eve yarı ölü, yorgunluktan canım çıkmış vaziyette adım atar atmaz üzerime atlayıp sarıldı; "hakan! şimdi sana bir teklifim olacak ama evet diyeceksin," dedi. "neymiş o," diye sordum. "eve yürürken ana caddedeki ortaokulun önündeki öğrencilerin ellerinde gördüm, geçmişe gittim bir an. kibritten ev yapmışlardı. biz de bu geceyi buna ayıralım mı, nolursun!" diye inletti tüm salonu. "kibritten ev mi yapacağız yani, canın oyun istiyorsa monopolly, tabu gibi birşey oynayalım, nasıl becereceğiz onu," dedim ama nafileydi. "kibrit almaya çıkıyorum beeen," diye bağırdı.

değişik bir aktiviteydi başlangıçta. yüz elli altı paket kibrit harcasak da, farklı bir şeyler yapıyorduk her zamankinden. bir yandan sıcak şaraplarımızı yudumlarken bir yandan minik şatomuzu inşa ediyorduk. o gece, kibritten şatomuz yıkılırken, bu ilişkiye dair tüm umutlarımızın da enkaz altında kalacağını henüz bilmiyorduk...

"annem bana çocukken hep kibritçi kız'ı okurdu," dedi. "çok üzülürdüm onun haline..." dudağını büktü; "zavallı kız, hayal kurarken soğuktan donup ölüyordu."

"peki kibritçi kız, senin en büyük hayalin nedir," diye sordum. mallık bendeydi. otuz dört yaşında ve yaşıt arkadaşlarının hemen hepsinin evli olduğu bir kadına en büyük hayalini sormuştum. tabi ki evlilik diyecekti. kendi ağzıma sıçmak istedim o an.

sıcak şarabın etkisiyle hafif neşelendiğini görebiliyordum ama o yine de işini bilirdi evet. beni ürkütmemeye çalışacaktı, öyle de yaptı. dolaylı yollardan anlatmaya başladı isteklerini; yarısını tamamladığımız kibritten evin kapısını gösterdi; "çok bir şey değil," dedi, "minicik ama çok tatlı bir evim olsun ve kapısını çaldığımda karşıma çok yakışıklı bir adam çıkıversin," kadehini bitirdi, gözlerimin içine baktı; "sonra o adamla çocuk yapalım, bir sürü bir sürü..." elimi tuttu; "senin hayalin nedir?"

evlilik bahsini kapamak için anlattıkça anlattım, anlattıkça saçmaladım. amsterdam'a gitmek istediğimden, orada küçük bir fabrika kurma hayalimden bahsettim. belki daha sonra amerika'ya geçerdim belki kanada'ya. izin verse daha da devam ederdim anlatmaya, elime uzandı aniden; "ömür geçiyor hakan," dedi, "farkında mısın, ömür geçip gidiyor..." bir kadeh daha doldurdu kendine, iyiden iyiye sarhoş oluyordu; "ben de kibritçi kız gibi gökyüzüne bakıp hayal kurarken mi öleceğim yoksa hakan," dedi. gözleri doldu.

"ölüm mölüm ne alaka derya ya!" diye sert çıktım tüm kazmalığımla. azıcık yumuşattım sesimi; "ölmek için çok genç ve sağlıklısın."

"anlamak istemiyorsun değil mi," diye bağırdı. ayağa kalkacaktı, sendeledi, tekrar oturdu; "bence biz, yani seninle ben, olabilirdik hakan. biz olabilirdik, anlıyor musun?" biraz daha içti.

"derya daha fazla içme istersen," dedim. bu konuyu kapatmak ve dışarı çıkıp hava almak tek isteğimdi o an. boğulmuştum. onunsa susmaya niyeti yoktu. içindekileri kusuyordu adeta; "içmeden konuşulmuyor hakan, izin ver lütfen," dedi, sustum, devam etti; "sen çok tatlı bir adamsın. bunu biliyorsun değil mi, ve bence hakan sen de benden hoşlanıyorsun, çok hoşlanıyorsun! hatta belki aşıksın bana!" gülmeye başladı," belki de bana aşıksındır hakan, hiç düşündün mü? belki aramızdaki tutku zamanla aşka dönüşmüştür, hiç sorguladın mı? belki benimle güzel günler ve tutkulu geceler geçirirken anlayamadan, kaşla göz arasında aşık oluvermişsindir hakan... olamaz mı?" sesinde bir çatlama oldu, gözleri doldu yine, gözlerimin içine baktı; "olamaz mı hakan?"

"olamaz!" diye seslenmek istedim o an! "hayır olamaz!" halbuki çok değil dört beş saat öncesinde bu ilişkiye belki de bir şans tanımalıyım diye düşünüyordum.

masadaki yarısı tamamlanmamış kibritten ev, bitmiş şarap şişesi, ağlayan sarhoş kadın kombosu beni kendime getirmişti. sert bir rüzgar yemiş gibiydim. "hayır derya hayır, "diye seslenmek istiyordum, "sen o değilsin, hayır derya! " hiçbir şey diyemedim.
bakışlarımdan anlamış olacaktı ki sustu, bir şey demedi. masaya tutunup ayağa kalktı ve beni öpmeye kalkıştı. "derya lütfen," dedim, geri oturdu sandalyeye. güldü, "allah belasını versin her şeyin," diye bağırıp yumruğuyla kibritten evimizin tepesine indirdi. kibritler bir yana, umutlar bir yana dağılmıştı.

zamansızlık ne tuhaf şeydi. sonsuzda boğulmak istiyordum.

ve yemişim kendi hayallerimi, bir başkasının hayallerini enkaza karıştırmanın azabını hangi bedeli ödeyerek yok edebilirdim?
ümit yaşar oğuzcan, seneler evvel o mısraları sanki bizim için yazmıştı;

"...nasıl da yandı bir anda. görüyor musun?
dev ağaçlarıyla o içimizdeki orman...
yanmamış bir yer buluruz belki, ararsak,
şimdi ya da hiç bir zaman...

kişi sımsıkı sarılıyor bulduklarına...
umutların bir rüzgarla savrulduğu an...
yine de bir şeyler kurtarabiliriz belki,
şimdi ya da hiçbir zaman..."